Sınırların Olmadığı Bir Dünya Mümkün Mü? - Serkan Hüseyin Atay
Kayıt Dışı

Sınırların Olmadığı Bir Dünya Mümkün Mü?

Sınırların Olmadığı Bir Dünya Mümkün Mü? İçgüdü; doğuştan getirilen, türe özgü, karmaşık ve öğrenilmemiş olan, kişiliğin gelişiminde rol oynayan temel, psikolojik bir güçtür. Gündelik yaşamda içgüdü, bireyin içinden geldiği gibi davrandığında ortaya koyduğu ve bireyin bilinçli olarak yapmadığı davranışlardır.

İnsanlarda içgüdü yoktur.

Yalnız içgüdüye uygun şekilde gösterilen ve ortaya konan içgüdüsel davranış vardır.

Bu nedenle bunlara içgüdüsel davranış denir.

Aslında en bilinen örneği sevgili arkadaşlarım, annelik içgüdüsünün olduğu yönündeki düşüncedir.

Annelik bir içgüdü değil, içgüdüsel bir davranıştır.

Çünkü vücudumuzdaki prolaktin hormonunun etkisiyle ortaya konan bir davranıştır.

Aynı hormonu erkeklere enjekte ettiğimizde de erkeğin de aynı bir anne gibi davranışlar göstermeye başladığı da çeşitli araştırmacılarla da ortaya konmuştur.

İçgüdüsel davranış bir türün gelişimsel ve çevresel koşullarda belli uyarıcılar karşısında belli bir davranış yapısını sergilemeye yönelik tek biçimli, kalıtsal, otomatik bir eğilim olarak da ele alınmaktadır.

Tüm bu tanımlara incelendiğinde bir davranışın içgüdü sayılabilmesi için doğuştan gelmesi, bir türün tüm üyelerinde bulunması, başka türlerde o biçimde bulunmaması, karmaşık bir davranış örüntüsü olması, belli bir biyolojik gereksinim ile ortaya çıkmamış olması gerekmektedir.

Bireyin yaşantılarından bağımsız şekilde ortaya çıkan davranışları ancak refleksif ve içgüdüsel davranış olarak nitelendirebiliriz.

Bu nedenle bireylerin refleksif ve içgüdüsel olarak nitelendirilen davranış örüntüleri öğrenme ürünü olarak kabul edilmemektedir. Diğer bir ifadeyle refleks ve içgüdü davranışları öğrenilmediğinden dolayı öğrenme ürünü olarak ele alınmamaktadır.

Doç. Dr. D. bir videoda aynen bu şekilde açıklama yapmaktadır.

Şimdi TDK’ye bakalım. İçgüdü nasıl açıklanıyor?

Erişim Tarihi: 23.07.2022

Bir canlı türünün bütün bireylerinde akıl ve düşünceden bağımsız olarak doğuştan gelen bilinçsiz her türlü hareket ve davranış, insiyak, sevkitabii.

 

Oxforda Sözlükte ise:

Instinct(içgüdü): A natural quality that makes people and animals tend to behave in a particular way using the knowledge and abilities that they were born with rather than thought or training.

İçgüdü (instinct): İnsanları ve hayvanları, düşünce veya eğitimden ziyade doğdukları bilgi ve yetenekleri kullanarak belirli bir şekilde davranmaya yönelten doğal bir nitelik olarak açıklanmaktadır.

Şimdi Doç. Dr. D, TDK ve Oxford Sözlüğün ne söylediğine bakalım.

TDK ve Oxford Dr. D’nin tam tersine insanlarda içgüdü var diyor. Evrendeki tüm bilgiye sahip Dr. D. ise insanlarda içgüdü yoktur demektedir. Sizce gerçek bilgi TDK ve Oxford sözlükte mi yoksa Dr. D’de mi? Alan geniş… salla, kim tutar seni Dr. D!

Gördüğünüz gibi bir Doçentin sınırları yok. Alanı geniş bulmuş, sallıyor. Oysa TDK ve İngiliz Sözlüğü tüm dünyaya insanlarda içgüdü vardır diyor. Bunu da türün tüm bireylerinde aynı şekilde görülen davranış olarak betimliyor. Mesela bir bebeğin doğar doğmaz; hiç anaokulu, ilkokul, ortaokul, lise, üniversiteye gitmemiş; emme konusunda lisansüstü eğitim almamış, doktora bile yapmamış halde kısaca hiç eğitim almadığı halde doğal olarak annesinin memesini bulması ve onu emmesini bir içgüdü olarak açıklıyor.

Bunu da tüm bebeklerde aynı şekilde görülmesi olarak söylüyor. Bizim çok bilmiş D ise annelik bir içgüdü değil, çünkü tüm annelerde aynı şekilde görülmüyor diyor. Doğru söylüyor. Bazı anneler doğar doğmaz bebeğine tango yaptırıyor. Emdirmiyor. Bebek de ben emmicem. Dans etcem. diyor. Ha bir de Prolaktin hormonuyla bir erkeği anne yapabilirmişsiniz. Yerseniz!

İnsanlarda içgüdü yoktur, diyor D. Ona göre çocuk, susamayı ya da acıkmayı anaokulunda öğrenir. Anne: “İç şunu, susamışsındır, der. Çocuk, hayır anne susamadım, der. Anne ısrar eder ve susamayı öğretir. Öğretmen de öyle. Açsın, ye şunu der ve ağzına tıkar. Böylece çocuk yeme davranışının nasıl oluştuğunu öğrenir. Çünkü çocukta doğuştan getirilen bir acıkınca yemek yeme isteği uyandıran bir içgüdü yok! Hayvanlarda da bu böyledir. Onlara anneleri susamayı acıkmayı öğretir!

Sınırların olmadığı bir dünya mümkün mü? D’ye göre mümkün. Sallamanın sınırı yok. Zaten bu şekilde sallaması sayesinde tüm üniversitelerimiz dünyanın ilk onunda bulunmakta… hatta ilk 10’da 9 Türk üniversitesi bulunurken bilimsel bilgi sallamakta sınıfta kalan İngiltere’den sadece 1 üniversite dünyada ilk ona girebilmiştir.

Sınırların olmadığı bir dünya mümkün…

Shengen Visa (Şengen Vizesi) mesela…

Avrupa: “Bu vizeyi alabilirseniz, AB’ye üye istediğiniz ülkeler arasında sınırsız seyahat edebilirsiniz.” demektedir.

Dr. D’ye göre de sınırsızlık hakim. Dünyanın tersine bir şeyler söylemekte sınır sizsiniz diyor. Yani alan geniş, sallayın, kim tutar sizi diyor. Bunu Türkiye’de söylüyor. Bir makale yazıp yabancı kaynaklarda yayınlasın bakalım. Sınır neymiş gösterirler mi, göstermezler mi?

Bazı ehliyetsizlerimize göre de sınır yok.

Dün kavşakta karşıya geçmeyi beklerken bir araba kırmızıda geçti. Diğer arabalar beklemeye devam etti. O emmimize göre de sınır yok.

Aslında sınırla kastedilenin ne olduğu açık fakat ben sınırın ne olup olmadığını somut olarak göstermek istedim. İnsanların bazıları sınır tanırken, maalesef bazıları sınıf tanımaz. Sınır tanımayanlara birileri sınırı gösterse eminim sınırsızlıklarının neye mal olduğunu anlayıp sınırlanacaklardır.

Sınırsız bir dünya mümkün olamaz.

Eğer dünyada yaşayan kişi sayısı bir olsaydı o zaman mümkün olurdu demiyorum. Zira o durumda bile sınırsızlık sadece kişinin içgüdüsü, zamanı ve sağlığına bağlı olurdu. Yani orada da bir sınır olacaktı.

Sınırla kastedilen ülke sınırlarıdır ve bu ülke sınırları da yakın bir zamanda sınırsızlığa ulaşacak gibi görünmüyor. Ancak savaşlar biter. Belli türden insanlar (siyahi, beyaz, sarı; alevi, müslüman, hristiyan vb) kümeleşmeyi bırakır ve sonuçta hiç bir ülkede ırkçılık kalmazsa o zaman sınırların olmadığı bir dünya mümkün olurdu. Sınırsız bir dünyayı mümkün kılmayan önemli iki şey ırkçılık ve bu ırkçılığa bağlı savaşlardır. Bir ırka sahip insan başka bir ırktan bir insanın yanında bulunmasını (doğal olarak) istememekte; belli ırktan insanlar diğer ırkla arasına kocaman bir sınır çizmekte… pasaport ve benzeri pek çok anahtarla bu sınırları geçilir kılmaktadır.

Yüksek olasılık dünyanın sonunun yaklaştığının anlaşılması üzerine ve birlikte çalışmanın gerekliliği üzere artık ırkçılığın kaldırılmasına karar verilmiştir. Bu, şu an için futbolda başarılmış durumdadır. Hiç bir beyaz ırk, çikolata renkli bir futbolcunun milli olmasını artık yadırgamamaktadır. Bir futbolcuya kendi dilinde zenci diyen bir hakem, hakemlikten men edilmektedir. Futbol, ırkçılığın ortadan kaldırılmasında başat rol üstlenmektedir.

İkinci olarak ülke vatandaşları belli aralıklarla dünyada birbirine karıştırılmaktadır. Göç zorlamasıyla bu yapılmaktadır. Güneydeki bir ülkenin yarısı ülkemize gelmiş, Avrupa’ya dağılmış; Kuzeydeki bir ülkenin vatandaşları da aynı şekilde savaşla hareket ettirilmiştir. Bunun sonucunda beyaz annenin çikolata renkli bir çocuğu, çikolata renkli bir babanın beyaz renkli bir bebeği dünyaya gelebilecektir. Bu karışma hali son bulunca ve tüm dünyada ekonomi birleşince yüksek olasılık ırkçılık son bulacaktır. Buna bağlı savaşlar da bitecektir. Savaşlar bitmeden dünyadaki iklim değişikliği için bir şeyler yapılamaz mı? Yapılabilir. Yapılıyor da… Elektriğe geçiliyor, petrol terk ediliyor mesela…

Yine de her şeye rağmen sınırsız bir dünya şu an için mümkün olmayabilir. En küçük hareketle bilinçsiz liderin etkisiyle toplu göç gerçekleştirebilecek insanların dünyayı karıştırmaması için şimdilik sınırlı bir dünya vardır. Bu hakimiyet de uzun yıllar bu şekilde kalacak gibi…

Bir şeyin gerçek olup olmadığını nasıl anlarız?

Herkesin Hayatı Eşit Değerde Mi?

Hangisi daha gerçek, Akıl mı Madde mi?

TED

Click to rate this post!
[Total: 3 Average: 5]

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
Kapalı
Kapalı